Coldplay Konseri: Bir Mahremiyet Krizi Özel Hayatın Gizliliği Nerede Başlar?
- LexNexus

- 22 Tem
- 7 dakikada okunur

17 Temmuz 2025 gecesi, Coldplay konserindeki bir “yasak aşk” karesi medyada global bir fırtına estirdi. Coldplay konserinde evli bir teknoloji CEO’su ve kadın bir çalışanı “Kiss Cam” (Öpücük Kamerası) sürpriziyle stadyum ekranlarına yansıdı.
İki üst düzey yöneticinin bu görüntüleri hızla yayılıp şirket içinde soruşturma başlatılmasına yol açarken, olay kişisel verilerin korunması ve özel hayatın gizliliği tartışmalarını yeniden alevlendirdi.
Peki, kamuya açık bir konserde yakalanan bu mahrem an hukuken ve etik olarak nasıl değerlendirilmeli? Kişiler görüntü kaydına bilet alırken açık rıza vermiş olabilir mi?
Günümüzde neredeyse her yeni uygulama veya web hizmetine üye olurken karşımıza uzun kullanıcı sözleşmeleri ve gizlilik politikaları çıkıyor. Çoğumuz, sayfalarca hukuki metni okumak bir yana, hızla aşağı kaydırıp "Kabul ediyorum" kutusunu işaretleyerek devam ediyoruz.
Peki, bu onaylar ne kadar gerçek bir rıza içeriyor? "Okudum, anladım ve kabul ediyorum" rutinimiz, kişisel verilerimizin gizliliğini korumak için yeterli mi, yoksa sadece bir rıza illüzyonu mu yaşıyoruz?
Özel Hayatın Gizliliği ve Kişisel Veriler
Özel hayatın gizliliği, Anayasa tarafından koruma altına alınmış temel bir hak. Anayasamızın 20. maddesi, "Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir." şeklinde düzenlenmiş. Kişisel verilerimizin işlenmesi ya yasaların açıkça izin verdiği durumlarda ya da bizim açık rızamızla mümkün olabilir. Bu, kişisel verilerin korunmasını doğrudan özel hayatın gizliliği kavramıyla ilişkilendiriyor. Nitekim 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (“KVKK”) da bu anayasal ilkeye dayanarak doğmuştur.
Kamuya Açık Alan – Özel Hayat Dengesi
Kamuya açık bir mekânda bulunmak, kişilerin özel hayatlarının tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 2025 tarihli bir kararında vurgulandığı üzere, kalabalık bir ortamda bireyler halen “dikkat çekmeme, tanınmama, bilinmeme” beklentisine sahiptir ve “kamuya açık alana çıkan her kişinin bu alandaki her görüntüsünün veya sesinin sürekli ve izinsiz olarak kaydedilip ifşa edilmesine rıza gösterdiğinin kabulü mümkün değildir”.
Bu ifadeyle Yargıtay, kamusal alanın anonimliğinden bahsederek, sokakta veya konserde dahi bireylerin habersiz şekilde kayıt altına alınarak teşhir edilmesine sınır çizmiştir. Aynı kararda paylaşılan görüntülerin kişileri tanınabilir kılması halinde kişisel veri kapsamında da değerlendirileceği belirtilmiştir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (“RTÜK”) da kamusal alanda özel hayatın varlığını kabul etmektedir. Bir RTÜK kararında “özel hayatın gizliliği kavramının kamusal alanda da geçerli bir ilke” olduğu özellikle vurgulanmış, “kamusal alanda bulunan bireylerin sürekli gözetim altında bulunmayı önceden kendi rızaları ile kabul ettikleri düşünülemez” denilmiştir. Yani yalnızca toplumsal hayatın içinde olmak, o kişiyi 7/24 izlemeye açık hale getirmez.
Öte yandan, Danıştay kararları kamusal alan–özel hayat dengesine biraz daha ince bir çerçeve çiziyor. Danıştay 2. Dairesi, özel hayatın gizliliği hakkının öncelikle bireyin konutu gibi şahsi mekânlarında geçerli olduğunu, dış ortamdaki tedbir veya müdahalelerin ise her somut olayın koşullarına göre değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Anayasal mahremiyet hakkı kamusal alanda “kural olarak” zayıflasa da, nerede özel hayatın başlayıp nerede bittiği, duruma göre değişebilir. Bazı hallerde kamusal alan sayılan yerlerde bile gizliliğe halel gelmeyeceği yönünde hükümler var: Örneğin Danıştay 8. Dairesi, güvenlik amacıyla ticari taksilere kamera takılmasını değerlendirmiş ve taksilerin içinin sesli/görüntülü izlenmesinin, hem şoför hem yolcu bakımından özel hayatın gizliliğini ihlal etmediğine hükmetmiştir. Burada taksinin kamusal bir alan niteliğinde olduğu ve meşru güvenlik amacının bulunduğu belirtilerek, bu tür bir kayıt uygulamasının hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır.
Özetle, güncel içtihatlar bize şunu söylüyor: Kişiler kamusal alanda görülse bile, bu onların her anını kayıt altına alıp yayabileceğimiz anlamına gelmez. Özel hayatın gizliliği ilkesi, evimizin dışında da kalabalığın anonimleştirici etkisi altında bizi korur. Ancak her olayın kendine özgü şartları bulunur ve meşru amaçlar ile orantılılık kriterleri de bu dengeyi etkileyebilir.
Kiss Cam ve Rıza Varsayımı
Stadyumlardaki Kiss Cam geleneği, eğlence ile mahremiyet arasındaki muğlak çizgiye ilginç bir örnek. Binlerce kişinin önünde, rastgele seçilen çiftlerin dev ekranda öpüşmeye teşvik edilmesi ilk bakışta masum bir şaka gibi görünse de, hedef alınan kişilerin bu gösteriye açık bir rızası olmadığı sürece yaşanan, onları istemeden bir teşhir unsuru haline getirmektir.
Nitekim filozof Kant’ın ifadesiyle, rızası olmadan bir bireyi kamusal eğlence nesnesi haline getirmek, onu araçsallaştırmak anlamına gelir ve insan onuruna aykırıdır.
Coldplay konserindeki olayda da benzer bir durum yaşandı: Eğlenmesi beklenen kalabalık, bu kez utangaç tebessümler yerine panikle yüzünü gizlemeye çalışan iki kişi gördü.
Burada en kritik soru, kamuya açık bir etkinliğe katılan herkesin otomatik olarak görüntülenmeye rıza göstermiş sayılıp sayılmayacağıdır. Bir konser biletinin arkasında küçük puntolarla “organizasyon sırasında görüntü kaydı alınabilir” yazması veya spor müsabakalarında seyircilerin sık sık ekrana çıkabileceğini “tahmin etmesi”, gerçek anlamda bir açık rıza yerine geçer mi?
Yargıtay ve RTÜK’ün de altını çizdiği gibi, sırf kalabalık içindeyiz diye her anımızın ifşa edilmesine peşinen onay vermiş sayılmamız hukuk açısından doğru değil. Rıza varsayımı bu noktada bir yanılsama yaratıyor: Kişi belki orada bulunarak belli riskleri kabullenmiş olabilir, ancak bu, özel anlarının tüm dünyanın gözü önüne serilmesini isteyeceği anlamına gelmez.
Kiss Cam örneğinde çoğu zaman insanlar tepki veremeden kadraja alınıyor ve öpüşmesi bekleniyor. Çekingenlik edip öpüşmezlerse yuhalanma, öpüşürlerse mahrem bir anlarının dev ekranda alkışlara karışması söz konusu. Hele Coldplay konserindeki gibi bir “yasak aşk” durumunda, bunun sonucunun bir çift utangaç gülüşten çok daha ağır olabileceği görüldü.
Kamuya açık alanda bulunmak bir miktar görünür olmayı kabullenmektir; ancak mahremiyet sınırını aşan teşhir, rızaya dayanmıyorsa, ne ahlaken ne de hukuken meşru kabul edilebilir.
“Açık Rıza” Nedir?
KVKK açık rızayı "belirli bir konuya ilişkin, bilgilendirilmeye dayanan ve özgür iradeyle açıklanan rıza" olarak tanımlar. Bu tanımdan hareketle, açık rızanın üç temel unsuru olduğunu söyleyebiliriz:
Belirli bir konuya ilişkin olması: Kişi, tam olarak neye onay verdiğini bilmeli. Rıza, muğlak veya genel bir kapsamda değil, belirli bir işlem veya amaç için alınmalıdır.
Bilgilendirmeye dayanması: Kişiye, verilerinin nasıl ve hangi amaçlarla kullanılacağı açıkça anlatılmış olmalıdır. Kişi yeterli aydınlatma olmadan verdiği bir onayın farkında olmayabilir.
Özgür iradeyle açıklanması: Rıza, hiçbir baskı, zorunluluk veya hile olmadan tamamen gönüllü verilmelidir. Kişi, istemezse onay vermeme özgürlüğüne sahip olmalıdır. Eğer bir hizmeti kullanmak için mecburen "kabul" etmek zorunda kalıyorsa, bu rızanın özgür irade ile verildiği tartışmalı hale gelir.
Görüldüğü gibi, açık rızanın en kritik boyutu gönüllülük ve seçme özgürlüğüdür. Rızanın varlığı, tek başına veri işlemeyi meşru kılmaz; rızanın geçerli ve hukuka uygun olması gerekir. Özellikle "özgür irade" unsuru zedelenirse, alınan onay kâğıt üstünde kalsa da gerçekte geçersiz sayılabilir.
Hizmet Şartları ve Rızanın İllüzyonu
Peki pratikte durum nasıl? Çoğunlukla okumadan "okudum, kabul ediyorum" düğmesine basıyoruz. Çünkü ya hizmeti kullanmayı gerçekten istiyoruz ya da sözleşme dili çok karmaşık ve uzun. Aslında bu dijital sözleşmeler, birçok şirket için birer hukuki kılıf işlevi görüyor: Kullanıcıya bir şeyleri onaylatıp her türlü veri işlemeyi meşru hale getirmek.
Kullanıcı cephesinde ise çoğu zaman gerçek bir tercih şansı yok. Ya şartları tümüyle kabul edeceğiz ya da hizmetten mahrum kalacağız. Bu durum, bir "al ya da vazgeç" (take it or leave it) ikilemidir ve gerçek anlamda özgür iradeyle onay vermeyi güçleştirir.
Aslında kimse bu sözleşmeleri okumadığı gibi, okusa bile değiştirme imkânına sahip değil. Şartlar tek taraflı olarak servis sağlayıcı tarafından dikte ediliyor. Böyle olunca, kullanıcının onayı büyük ölçüde formaliteden ibaret bir tıklamaya dönüşüyor.
Bu konudaki trajikomik bir örnek, yıllar önce yapılan bir deneyde görülmüştü: Londra’da kurulan ücretsiz bir Wi-Fi ağına bağlananlara sunulan sözleşmeye gizlice bir madde eklendi. Bu maddeye göre kullanıcı, ücretsiz internet karşılığında ilk doğan çocuğunu servis sağlayıcıya devretmeyi kabul etmiş sayılacaktı. Elbette kimse bu “Herod maddesi” olarak anılan tuzağı fark etmedi ve birkaç kişi düşünmeden onay verdi. Şirket sonradan “merak etmeyin, çocuklarınızı geri vereceğiz” diye espri yaparak durumu raporladı. Bu deney, çoğumuzun çevrim içi sözleşmeleri sorgusuz sualsiz onayladığını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Elbette her çevrim içi sözleşme böyle uç bir madde içermiyor; ancak burada önemli olan, kullanıcıların çoğunlukla herhangi bir gerçek müzakere veya alternatif olmadan onay vermek zorunda kalması. Hizmeti kullanmak istiyorsanız, tüm koşullarıyla kabul etmekten başka seçeneğiniz yok. Bu da rızanın en önemli unsuru olan özgür iradeyi tartışmalı hale getiriyor.
Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (“GDPR”) de, bir hizmetin sağlanmasını gerektirmeyen veriler için kullanıcıdan "ya onay ver ya hizmeti kullanma" şeklinde alınan rızaların özgür irade olarak değerlendirilemeyeceğini açıkça belirtir. Yani hizmet sunumu, aslında gereksiz bir veri işleme onayına bağlanmamalıdır.
Rıza illüzyonuna verilebilecek en popüler örneklerden biri, WhatsApp'ın 2021 yılındaki gizlilik sözleşmesi güncellemesidir. WhatsApp, o dönem kullanıcılarına yeni şartlar dayatarak verilerinin Facebook ile paylaşılmasını kabul etmelerini zorunlu tuttu. Aksi halde 8 Şubat 2021'den itibaren uygulamayı kullanamayacaklarını bildirdi.
Bu ültimatom hem Türkiye'de hem dünyada büyük tepki çekti. Birçok kullanıcı alternatif mesajlaşma uygulamalarına geçmeyi denerken, Türkiye'de Kişisel Verileri Koruma Kurulu konuyu re’sen inceleme kararı aldı. Kurul, WhatsApp'a 1,95 milyon TL idari para cezası kesti ve bu sözleşme dayatmasının hukuka aykırı olduğunu tespit etti.
Kurul'un kararında özellikle vurgulanan nokta şuydu: WhatsApp, sunduğu hizmetin kullanımını tek bir sözleşmeye onay verilmesine, dolayısıyla kullanıcıdan geniş kapsamlı bir veri paylaşımına onay alınmasına bağlamıştı. Seçme şansı tanınmadan, bütüncül bir "kabul"e zorlanmıştı. Bu durum, açık rızanın "özgür iradeyle açıklanması" unsurunu zedelediği için, KVKK kapsamında geçerli bir rıza olarak kabul edilemezdi.
Kullanıcılar kâğıt üzerinde onay vermiş görünse de, bu onay gönüllü ve bilinçli bir tercih olarak değerlendirilmedi. Bu örnek, regülatörlerin de rıza illüzyonuna karşı duyarlı olmaya başladığını göstermesi bakımından önemli.
Sonuç: Gerçek Seçim Özgürlüğü Mümkün mü?
Kişisel veriler ile özel hayatın gizliliği arasındaki dengede, açık rıza mekanizması bireylere kendi verileri üzerinde söz hakkı tanımayı amaçlıyordu. Fakat uygulamada, dijital çağın bitmek bilmez sözleşmeleri ve "ya kabul et ya terk et" yaklaşımları, bu mekanizmayı büyük ölçüde zayıflattı. Bir anlamda, hepimiz her gün pek çok sözleşmeye "imza atıyoruz" ve bununla devasa bir veri ekonomisinin parçası oluyoruz. Seçim özgürlüğü sağlanması için, öncelikle şirketlerin kullanıcı verisi konusundaki tutumlarını gözden geçirmeleri gerekiyor.
Gizlilik sözleşmelerinin şeffaf, anlaşılır ve mümkün olduğunca sade olması, kullanıcıya tercihler sunması önemli.İlgili otoritelerin bu konuda rehberlik edici kararlar alması ve gerektiğinde yaptırım uygulaması da caydırıcı bir rol oynuyor.
Bireysel olarak bu illüzyonu fark etmek zorundayız. Her onayda neyi kabul ettiğimizi sorgulamak, mümkünse alternatifleri araştırmak veya izin ayarlarımızı gözden geçirmek faydalı olabilir. Elbette pratikte her sözleşmeyi okumamız gerçekçi değil; ancak en azından kişisel verilerimizin değeri ve bunları koruma hakkımız konusunda bilinçlenmek zorundayız.
Sonuçta, özel hayatın gizliliği temel hakkımız ve açık rıza da bunun önemli bir anahtarı. Anahtarın gerçek anlamda bizim elimizde olması için, rızanın illüzyondan çıkıp özgür bir tercih haline gelmesi gerekiyor. Aksi halde, dijital dünyanın hızı ve dayatmaları arasında, farkında olmadan mahremiyetimizden vazgeçmeye devam edeceğiz.
Lex Nexus Yorumu
Ahlaki dilemmalar bir kenara bırakıldığında, evet, hukuken bu tür ifşalar açıkça kişilik haklarının ve özel hayatın gizliliğinin ihlali niteliğinde. Ancak işin bir de pratik boyutu var: Uygulaması ne kadar yönetilebilir? Özellikle sosyal medyanın ve mobil kameraların her yerde olduğu günümüzde, her bireyin mahremiyetini mutlak şekilde korumaya çalışmak, kamuya açık alanlarda ağır bir sansür havası yaratabilir mi?
Mahremiyetin korunması ile ifade ve bilgi özgürlüğü arasında ince bir çizgi var. Bu çizgiyi nerede çizeceğimiz ise yalnızca hukukun değil, aynı zamanda toplumun kültürel değerlerinin, teknolojik gelişmelerin ve etik standartların ortak bir ürünü olacak. Önemli olan, bu hakları korurken bireylerin görünürlükten korkarak, kamusal yaşamdan uzaklaşmasına yol açmayacak dengeli çözümler üretmek.
Vision. Reason. Lex Nexus.
Kaynakça
T.C. Anayasası, m. 20
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK), m. 3, m. 4
Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü (GDPR), Recital 32, m. 6
T.C. Yargıtay 12. Ceza Dairesi, E. 2023/2170, K. 2025/182, T. 08.01.2025
T.C. Danıştay 2. Dairesi, E. 2021/8310, K. 2023/6337, T. 28.12.2023
T.C. Danıştay 8. Dairesi, E. 2020/3434, K. 2024/3270, T. 29.05.2024
RTÜK, Karar No. 17, Toplantı No. 2025/08, T. 19.02.2025
Kişisel Verileri Koruma Kurulu, WhatsApp 2021 güncellemesi incelemesi
Kant, Immanuel, Groundwork of the Metaphysics of Morals (temsilî atıf)
“Herod Clause” Wi‑Fi Deneyi, Purple WiFi, 2017
Coldplay konserinde “yasak aşk” olayı — Boston, 17 Temmuz 2025
Ek Okuma / İlham: MetPartners, “Kamuya Açık Alanda Özel Anlar: Bir Konser Videosunun Paylaşımının Düşündürdükleri”, MetPartners Blog




Yorumlar